İnsanlığın elleri tutmaya başladığı anda kendimize evler, kasabalar, şehirler kurduk. Bir evden diğerine giden yolları, sokakları olsun istedik; çıkar ve çıkmaz sokakları, ışıklı caddeleri, köprüleri, tünelleri, dehlizleri olsun. Yitik şehirlerin izini sürdük. Bulduk da. Yerin altına indik şehirlerimizle, göğün katlarına uzattık binalarımızı. Milyarlarca pencereden, kapıdan, kilitten, sürgüden, tuğladan, betondan, betondan, betondan oluşan koca bir dünya yarattık. Sonra? Kaybolduk. Bu pencerelerin içine baka baka, kapılarını çala çala, duvarlarına başını vura vura kendini arıyor şimdi insanoğlu...
We built houses, towns and cities for ourselves as soon as humanity could hold hands. We wanted to have roads and streets leading from one house to the next; we wanted to have dead ends, lighted avenues, bridges, tunnels, tunnels, and alleyways. We traced lost cities. And we found them. We went under the ground with our cities, we extended our buildings to the floors of the sky. We created a whole world of billions of windows, doors, locks, bolts, bricks, concrete, concrete, concrete, concrete. Then? We got lost. Looking into these windows, knocking on their doors, banging their heads against their walls, human beings are now searching for themselves.